“Arafta Bir Estetik”, Murat Morova
ARAFTA BİR ESTETİK
“Modern Sanatta İslam Estetiği” Bu başlık insanı iki kavram üzerinde önce bir düşünmeye itiyor. Karşıtlıkları, kesişmeleri ve arakesitleri gözden geçirebilmemiz için “modern” ve “islam” üzerine bir bilgi tazelemesi yapmak lazım. İki kavram üzerinden bu tartışma, çoğu zaman bazı kısmi bilgiler ve temelsiz genellemeler, sayısız önyargı arasında bir hesaplaşmadan öteye geçemez. “Modern” sözcüğünün bir zamana ait bir etiket mi olduğuna, yoksa tüm kültürün, yani doğayla, başka insanlarla ve bu arada dinsel kavrayışımzla ilişkilerimizn başkalaşmasını mı gösterdiğine karar vermektir.[1]
Kimilerine göre modern dünya kendisini önceleyenlerle bağdaştırılamaz yeni bir dünya görüşünün belirlemesidir. Önce insanı sonra insanın dünyasını etkiledi. Geçmişin bilinmedik semantik alanını yapılaştıran yeni bir mantık, yeni bir dünya görüşünün mantığıdır.[2]
Tabii ki yeni dünya görüşlerine apansız geçilmez, geçilemez. Bunun sancılarını hem batı dünyası hem doğu toplumları farklı süreçlerde ve zorlanmalarda yaşadı ve yaşıyor. Kültürde modernleşme öncelikle düşüncenin laikleşmesi demektir. Her alanda ölçütlerin rasyonelleşmesiydi sözkonusu olan. Laiklik, zorunlulukla bir din eleştirisi olarak sundu kendini. En azından toplumun içinde yaşadığı ve kurumlaşmış dinin eleştirisi olarak. Bu eleştiri Avrupa’da modernleşmeci bunalıma kadar vardı.[3]
Artık din toplumun temelinde yer alamazdı. Uzun toplumsal geçmişini islam dini çerçevesinde kurumsallaştırmış doğu toplumları için sarsıcı bir deneyim başladı bu noktada. Tarihsel süreçlerini islam inanç ve kültürüyle geçirmiş toplumların güdük modernleşme serüvenlerindeki derin şizofreni, bugün kültür ve sanat hayatımızın yeniden gözden geçirilmesi gereken önemli problematiklerini ortaya çıkartıyor. Sancılı ve kavram kargaşalı bir alan. Bu alanın hayli önemli aktörlerinden olan sanat doğal olarak bu sorgulamada hem sorunu hem kendi varlık nedenini hem de dilini yeniden gözden geçiriyor. Yeni düşünsel/siyasal/estetik yapılanmaların ortaya çıkabilmesi için daha esnek bir tarza ihtiyaç var. “İslam” kendi inanç sistematiğinin yanında bir yaşama biçimi, bir gelecek tasavvuru, bir kültür projesidir. Çeşitli alanlarda hem dogmaları hem bilgileri hem de estetik normları ile köklü ve kuvvetli bir yapıdır. O yüzden “modern” ile ilişkisindeki gergin, kırılgan ve suistimale açık alan, bu yüzden dikkatle ele alınmalıdır. Yaygın estetik coğrafyasında kendinden önceki inanç, öğreti ve estetik değerleri potasında sindirmiş, kendi kırmıştır. Sistemi ve temeli olan bu estetiğin hayli yanlış bilindiği gibi, sadece belli yasaklar, veya alan kısıtlamaları üzerinden ortaya çıkmış süslemeci yanını ya da oryantalist bakışla egzotik/etnik tatlarını bu estetiğin temelinde görmek/göstermek kolaycılık olur. Bugünün sanat üretiminde şimdilik zafiyetlerine rağmen bu estetikle alışverişe girmiş çok sayıda doğulu sanatçının işlerinde yukarıda bakmaya çalıştığım bütün olumlu/olumsuz algılayışlar çerçevesinde bu estetikten yola çıkan tavırlar görülmeye ve tartışılmaya başladı. “İslam”ı ve “estetik”ini siyasal hicivden, kaba öykünmecilikten, süslemeci, nostaljik algılayışlardan, folklorik yansıtmalardan farklı olarak ele almalı ve tartışmalıyız. Bilimsel temelleri ve argümanları olan bir alanı yeni okumalar üzerinden değerlendirmek gerekiyor. Esetik kavramının batı ve doğudaki aynılıkları/ayrılıkları üstünden, ve bu temel bilgilerin “modern” üstünden gözden geçirilmesi sanırım ciddi bir süreç meselesi. Modern ve sonrası sanat üretiminin kendi sancılarına bir de islamla olan ilişkisi eklenince zorlu bir süreç çıkıyor ortaya. “Modern Sanat ve İslam Estetiği” denildiğinde, ana hatlarıyla şu görüntüler çıkıyor ortaya. Modernleşme sancılarını belgesel ve sığ bir eleştirellikle ele alan, çok birebir ve kaba biçimsellikle yaklaşılan işler… veya hattı, minyatürü teshibi sadece süslü, içi boş kalıplar halinde bir aktarmacılıkla üretilmiş işler… ya da geleneksel hayatın bir şekilde ülküselleştirilmesine dayanan, içerden bir oryantalist bakışla üretilmiş nostaljik işler…
Gelenekle hesaplaşma veya bugüne bakma geçmişi bir etnografik malzeme deposu olarak algılamak değildir. Burada açıklamaya çalıştığım bu tuzaklara düşmek çok olası. Zira islam estetiği kavramı içinde “islam” geçen tüm kavramlar gibi, sanrılı ve sakıncalı bir bilinmezlik halinde. Akademik çevrelerde dahi yeterince hazmedilmemiş bu öğretinin doğal olarak üretim sürecinde bu aksamaları da bir modernleşme bunalımı olarak görünüyor.
İslam estetiği durgun ve durağan bir estetik değildir. Kendi içinde de sert zıtlıkları olan, toplumsal ayrımları, muhalefetleri olan sistemli bir bütündür. Düşüncemizin sınırlarının bugün bile batı tarafından çizildiği düşünülürse, bu meseseleri bile “nasıl olsa onlar bizim için düşünür” diyerek bugüne gelindi. Şimdi sanki bir şifre çözer gibi bu kültürü çözmek, anlamını kavramak zorunda bırakıldık.[4]
Tasavvuf dünyasının zengin felsefe geleneği, içinde barındırdığı sanatsal ifade ve estetik normları, aynı zamanda içerden muhalefeti, bu yeni şifre çözümlemelerinde sanıyorum kullanılabilecek hayli zengin kaynaklar.
Sanatçı olarak benim bu sorunsala cevabi arayışlarımın örneklerine gelirsek…
Bugünü yaşıyorum. Ona geçmişin bilgisi ve gelecek tasavvuruyla bakıyorum. O yüzden bugün ürettiğim işlerde bu hassas bileşkiyi korumak, kendi sanatım için bir ölçü, bir kap. “İslam estetiği” kavramının daha heterodoks yanıyla ilgiliyim. Bu estetik içindeki muhalif söylemin ve sanatsal ifadenin bugünün güncel sanat pratiklerine yakınlaşabilme noktasındaki deneyimler, benim sanat pratiğim için şu an ilgilendiğim meseleler.
Hay(ı)r adlı üçboyutlu iş bir heykel/yerleştirmedir. Bu sorular dahilinde gerçekleştirilmiş bir sergi projesi için üretildi. “Bellekten Modernliğe” adlı, küratörlüğünü Beral Madra’nın üstlendiği, altbaşlığı “İslam Dünyası’ndan Yeni Yapıtlar” olan bu sergide, değişik coğrafyalardan 15 sanatçı işleri aracılığıyla bellek ve modernlik arasındaki ilişkiyi sorguladı. 1997 Venedik Bienali sırasında ve 1998’de de İstanbul’da gerçekleştirilen bu sergi, tartıştığımız alan üzerindeki örneklemeleri içeriyordu. Hay(ı)r adlı işim demirden yapılmış iki el heykeli ve mekanı mistikleştiren bir ışıklandırmadan oluşuyor. El formu islam sanatlarında hem etnografik hem mistik talismanik çok sık karşımıza çıkar. Tasavvuftaki anlamı “Ehl-i Beyt” elidir. Yani korunması gereken aile (Hz Muhammet ailesi; Hz Fatma, Hz Ali, Hasan ve Hüseyin). Ben bu kavramın içeriğini bugünün toplumsal yapısı gereği sorgulamak istedim. Çeşitli şekillerde ötekileştirilip dışlanmış, sistem dışı adledilmiş bütün bir alt kültürün ve radikal söylemli siyasete ait bütün görüşlerin toparladığım manifestolarını, fotokopi yoluyla çoğaltılmış fanzinelerini kendi ellerimin büyütülmüş hali olan bu demir eller üstüne kolajladım: Bugünün “Ehl-i Beyt”i. Yani korunması gereken toplumsal ailemiz, içimizde, bizden ve biz olan tüm yanlarımızı yanyana koydum. El aynı zamanda Hz Fatma elidir. Bağışlayan, şevkatli ve anne… Sanatçı kendi eli üstünden sanatın hem zorlayan hem de toparlayan yanına böyle bakmak istedi… İnançları için hayatlarını kaybetmiş, zülum görmüş (Kerbela olayı) insanların sanatsal ifadesini bugün bu coğrafya veya dünyanın başka yerlerinde de aynı durumda bırakılmış ve görünen insanlar üzerinden bir devamlılık okuması yapılmaya çalışıldı. Amaç, bugünü siyasasının dün içindeki izlerinden bugüne kadar gelişinin tanıklığını aynı (elde) eritebilmektir.
“Ah Min’el Aşk-ı Memnu” adlı üretim ise kaligrafik imkanlarla yapılmış bir figür-desen serisi. Tekke sanatının islam estetiği koşulları dahilinde kaligrafi ile resimsel ifadelendirme yaklaşımına, bugünden karşıtlıklar arandı. Aşk/Erotizm’in politik anlamda ilerici ve sanatsal ifadesi olup olmadığı tartışmalarına bu coğrafyadan bir çizgi diliyle cevabın arandığı bu işler, klasik estetik ve dil ile, bugünün estetiği ve dili arasında kurulan bir köprü. Aşk bir kesişme noktası olarak toplumu mistik/metafizit arayışlar zemininde buluşturan, kaynaştıran bir çekim konusudur. İlişkilerimizin karmaşık yapısı içinde, insanı güçlü ve zayıf yanları, felsefi endişeleri, ahlaki kaygıları ve dini hassasiyetleri ile yüzleştiren/yüzsüzleştiren bir olgu.
Aşkın her coğrafyada binbir resmi var. Hint hiçlik öğretileri ve Kama Sutra’dan Divan edebiyatı ve Bahnamelere, Samuray şiirleri ve Japon/Çin minyatürlerinden Platon düşüncesi ve eski Yunan vazo resimlerine, Jean Cocteau’nun çizimlerinden Tom of Finland’ın desenlerine kadar uzanan ayrıksı bir yol üzerinden bakılmaya çalışılmış bu işlerde, Doğu’nun olgun/ideal insan tanımıyla Batı’nın güzel/güçlü insan sembollerinin bir yekunu alınmak istendi. Çünkü Doğu’da aşk dünyanın yekunudur. Batı popüler kültürünün çizgiroman kahramanlarının estetiği, Doğu’nun kaligrafi/resim estetiği ile sınır ilişkisinde. Araf’ta bir estetik, Araf’ta bir aşkın Doğu’ya açılan kalbini gösteriyor.
Murat Morova
Sanatçı Sunumu
[1] Abel Jeanniere
[2] Abel Jeanniere
[3] Abel Jeanniere
[4] Beşir Ayvazoğlu